17 Ağustos Gölcük depreminin acısı hafızalarda hala tazeliğini korurken depremin 25’inci yıl dönümünde TMMOB üyesi Mimar Sedat Yalçınkaya, depreme yönelik uyarılarda bulundu.
Yalçınkaya’nın uyarıları şu yönde oldu:
“Toplumu yaşanır kılan zor zamanlarda gösterdiği dayanışmadır. Halkımız da felaket anlarında gösterdiği yardımlaşma ile her zaman dünyaya örnek olmuştur. Ancak neden yaralarımızı hep kendi kendimize sarmak zorundayız? Bunu çok iyi yapabildiğimiz için mi? Hayır. Sorumluluk alması gereken asıl kişiler siyasi hırslarının içinde hapsolduğu için.
25 yıl önce bugün… Yani 17 Ağustos 1999… Ülkemiz tarihinin en büyük felaketini yaşadı. Gölcük merkezli depremde resmi verilere göre 18 bin 373 kişi yaşamını yitirdi, 47 bin 901 kişi yaralandı. Kocaeli, Sakarya ve Yalova başta olmak üzere 8 ilde can kayıpları gerçekleşti. 16 milyon kişi depremden çeşitli düzeylerde etkilendi.
Depremin ardından gazetelerin attığı manşetler çarpıcıydı. Cumhuriyet “Devletin eli gecikti”, Milliyet “Halk sahipsiz”, Hürriyet “Katiller”, YeniŞafak “Devletin kurbanı olduk” gibi manşetler attı. Hükümet, siyasiler ve müteahhitler suçlanıyor, felaketten sorumlu tutuluyordu. Enkaz kaldırma çalışmaları aylarca sürdü. Yargı süreci başlatıldı. Müteahhitlere yönelik 2100 dava açıldı. Binlerce kişi yargılandı. Sürecin sembol ismi müteahhit Veli Göçer oldu. Göçer’in yaptığı onlarca bina yıkılmıştı, taksirle öldürmekten hapis cezasına çarptırıldı ve toplamda 7 buçuk yıl hapis yattı.
Büyük yıkımı sonraki yıllarda 17 Ağustos 1999 depremi, Gölcük depremi, İzmit depremi ya da Marmara depremi adıyla hatırladık. Yaramızın izi her yıl dönümünde sızladı. Taa ki 6 Şubat 2023’e gelene kadar. Gölcük’ten kalan yaramızın kabuğu yeni bir depremle patladı, içi oyuldu acısını tüm hücrelerimizde hissettik. Yaramız kabuk bağladı sanarken altında irin toplamış, enfeksiyon tüm bünyeye yayılmış. Bu enfeksiyonun yarattığı ateşi aslında yıllardır hissediyorduk. Nasıl mı?
Gölcük depreminden sonra bazı yasal değişikliklere gidildi. İlk adım zorunlu deprem sigortasının yürürlüğe konmasıydı. Depreme karşı konut güvenliğini sağlamak için 2000 yılında Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kuruldu ve konutların deprem sigortası yapılması zorunlu hale getirildi. DASK için belirlenen slogan ise oldukça çarpıcı: “Deprem Geçecek Hayat Devam Edecek”
Bir başka adım ise resmi adı Özel İletişim Vergisi olan Deprem Vergisi’nin toplanmaya başlamasıydı. Televizyon, telefon gibi iletişim araçlarını kullanmak için ödememiz gereken bu vergiyle biriken fon binaların depreme karşı güçlendirilmesi için kullanılacaktı. Geçici olarak yürürlüğe konan bu vergi 2003 yılında kalıcı hale getirildi.
Depreme karşı atılan bir diğer adım ise 2007 yılında yürürlüğe giren deprem yönetmeliği oldu. Bu yönetmeliğe göre yeni binalar 7.6 şiddetine dayanacak şekilde inşa edilmeliydi. Görünüşe bakılırsa ders alınıyor gibiydi…
Depremden birkaç yıl sonra, insanlar hâlâ konteynerlerde geçici barınma yerlerinde yaşarken, ülke siyasi tarihinde önemli bir gelişme yaşandı. Muhafazakar, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldi. 2002 yılında birçok parti seçim barajı nedeniyle Meclis dışında kalırken, AKP 365 milletvekili ile tek başına iktidara oldu. Böylece Türk siyasi tarihinde AKP dönemi başladı.
BÜYÜK ÇELİŞKİ
Ekonomik krizler, siyasi çıkmazlar, bürokratik çekişmelerle geçen 90’lı yılların ardından AKP’li tek parti döneminde ülkeye uluslararası sıcak para girişi gerçekleşti. Milyarlarca dolar sıcak para ekonomiye kazandırılırken, AKP yatırımlarını inşaat üzerine kurdu. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Çılgın Proje devri başladı. Kuş uçmaz kervan geçmez yerlere duble yollar yapılırken, yıl boyunca hiç uçak inmeyen Havalimanları inşa edildi. Tüm tartışmalara ve itirazlara rağmen devasa köprüler yapıldı. Tartışmalı ihalelerin ardından hızlı şekilde milyarlarca dolar zenginleşen müteahhit firmalarının tanımlandığı “5’li Çete” kavramı oluştu. Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentine, padişahların bile sahip olduğundan büyük Saray inşa edildi. En akıl almazı ise İstanbul Kanalı projesiydi.
Milyarlarca dolar harcanarak İstanbul’u 3 parçaya ayıracak projeye kamuoyu ve muhalefetten ciddi tepki geldi. Kanalın yapılacağı belirtilen bölgede on binlerce metrekare alan petrol zengini Körfez sermayedarları tarafından satın alındı. Projede ısrar edildi. En büyük tepki de İstanbul’u yok edecek kanal için harcanacak milyarlarca doların neden depreme dayanıklı kentler inşa etmek için ayrılmadığıydı. Projeye İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da tereddütsüz karşı çıktı. İstanbul’un önceliğinin deprem olduğunu vurgulayan İmamoğlu, Kanal İstanbul projesine kesinlikle geçit vermeyeceklerini pek çok kez belirtti. Neticede projeye halkın ve muhalefetin tepkisi sayesinde başlanamadı. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde ise AKP hükümetinin ve Erdoğan’ın kent ve ekonomi politikaları bir kez daha halk tarafından mahkum edildi. CHP Özgür Özel’in Genel Başkanlığı’nda ülke genelinde en çok oyu alan parti oldu, pek çok ilçe belediyesinde yurttaşlar AKP’yi yönetici olarak tercih etmedi.
KENTSEL DÖNÜŞÜM MÜ RANT MI?
İktidar depreme dayanıklı kentler için adım atmadı mı? Attı tabi… Özellikle İstanbul’da, kent merkezinde ya da coğrafi güzelliğiyle dikkat çeken ve giderek yüksek gelir düzeyine sahip kesime hitap edecek mahallelere tazyikli su, biber gazı ve kelepçelerle girdi. Fikirtepe gecekondular yıkılarak gökdelenler inşa edildi, Tarlabaşı’nda, Göktürk’te, Tozkoparan’da, Okmeydanı’nda orada yıllardır yaşamakta olan insanlar depreme dayanıksız evlerinden zorla çıkarıldı. Bu insanların evlerinin yerine, aidatları aylık gelirleri kadar olan plazalar inşa edildi.Kentsel dönüşüm giren bölgelerdeki mahalleliler yıllardır yaşadıkları yerlerini terk etmek, kentin biraz daha dışına doğru taşınmak zorunda kaldı. Ve bu sürecin ardından ne yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan “İstanbul’a ihanet ettik” dedi. İşte AKP’nin deprem politikasının özeti. İhanet…
SİYASİ HIRSLAR CAN GÜVENLİĞİNDEN ÖNCE GELDİ
Depremin bir de siyasal boyutu vardı elbette. Ülkemizde barınma ihtiyacı halkın yakıcı bir sorunu haline gelmiş durumda. Milyonlarca yurttaş derme çatma, bilimden teknolojiden uzak güç bela inşa ettikleri evlerinde yaşamak zorundalar. Önündekj yoldan ağır bir kamyon geçse sallanan evler. Siyasi dökülen, kolonunda demir, duvarında beton olmayan evler… Ne acı ki bu çaresizlik durumu Erdoğan tarafından siyasi malzeme haline getirildi. Miting meydanlarında yurttaşlara yaşanabilir güvenli ev vaadetmek yerine imar aflarıyla oy toplanmaya çalışıldı. Çirkince siyasi malzeme haline getirildi. Kullanılmayan köprülere milyonlarca dolar ödenirken insanlara yeni ev yapmak yerine tabut denecek yapılara izinler verildi.
Ve Gölcük ardından geçen yıllar sonra Kahramanmaraş depreminde bir kez daha yıkıldık. AKP inşaat üzerine bir imparatorluk kurarken biz bir kez daha enkaz altında kaldık. Gölcük ardından toplanan vergiler duble yola nasıl gömüldüyse, Kahramanmaraş ardından toplanan yardımların da ranta yatırılması en büyük endişe.
Saymakla bitmez. Enkaz altındaki yurttaşın “Oy vermez yardım gelmez” yaklaşımında bulunan bir siyasi irade şimdi de büyük deprem bekleyen İstanbul’da kendi yapamadığını bir başkasının yapmasını istemiyor. İnsan canının siyaseti, fiyatı, pazarlığı olmaz. Depreme her saniye daha da yaklaşıyor. Bu yazı yazılırken bile geri sayım biraz daha azaldı. Gölcük, Kahramanmaraş ders olmadıysa daha büyük bir felaketi mi bekleyeceğiz? İstanbul’un ya da deprem tehlikesi altındaki birçok kentimizin yıkılmasını mi bekleyeceğiz.
HAREKETE GEÇİLMELİ
Yıkıcı depremlere rağmen hâlâ yapıların üretim sürecinde gerekli hassasiyetin gösterilmediği ve denetimlerinin yapılmadığı anlaşıldı.
Geçen 25 yılda ders almak bir yana dursun, yeni felaketler için yeni rant senaryoları işlemeye başladı. Yaşadığımız onca afete rağmen depreme karşı gereken adımlar atılmıyor ve önlem alınmıyor. Yerel yönetimlerin dahil olduğu süreçler ise bürokrasi altında betonlar gibi eziliyor. Eğer deprem ile mücadele etmek konusunda gerçekçi adımlar atmak istiyorsak, önceliğimiz riskli yapıları tespit etmek ve bunlara müdahale etmek olmalı. Olası bir deprem sonrası için de afet yönetimine ilişkin çalışmalar yapılmalı. Deprem üzerine yapılan çalışmalar, tartışmalar ve paneller artık kendini eyleme dönüştürülmeli. Belediyeler, bakanlıklar, STK’ler ortak bir amaç için çalışmalı. Afetlerin bugünü, yarını, sonrası yok; hemen harekete geçilmeli.”